Son Haberler

Bu Bahar Sonbahar’a Dair

1800324_1504112403148654_309977459_n

Yazar:Recep Sayhan

 Bu Bahar Sonbahar, Şenol Tombaş’ın ilk öykü kitabı. Kitap çağrı Yayınlarından 2013 başlarında çıktı. Kitapta yirmi iki hikâye bulunuyor.

Bizce kitabın en güzel hikâyesi Portakal Rengi Ayakkabı. Yazarın duru, doğal ve akıp giden dingin bir nehir gibi ağır ağır ilerleyen bir anlatımı var. Şiirdeki sehlimümteni gibi ilk bakışta kolayca kurulmuş izlenimi veren; fakat aslında o kadar da kolay olmayan duru anlatımdan söz ediyoruz. Kitaba adını veren öyküde bu özelliği somut olarak görmek mümkün. Yazarın anlatımı, Mürekkep Rengidir Yalnızlık gibi kimi metinlerde duygu yoğunluğuna kendini kaptırarak şiire yaklaşıyor; hatta şiir,  kırık bir aşk hikâyesinin anlatıldığı Sen O Eski Sen Değilsin ile tarih bilincini işleyen Ulu Çınar hikâyelerinde olduğu gibi) ‘misafir sanatçı’ konumunda kapıyı çaldığında gelen misafiri içeri buyur etmekten de kendini alamıyor Tombaş. Sözcüklerin veya dilimize giren kalıp ifadelerin farklı bağlamlarını dikkate sunmakta oldukça başarılı olan yazar, kelimelerin eklem yerlerinden tutarak onları olabildiğince esnetmeyi deniyor ve bunu yaparken ironiyi de yanına almayı ihmal etmiyor. “elimden geleni ayaklarıma güç olarak verdim” (Kaçıranlar s.12),”duvarlaşan kentlere bir fırça atmak istedim (Adem’in Elbisesini Arayan Adam, s.19) “Ben üşüyorum. Bu kadar soğuk mudur ayrılık (Kavuşturan Ayrılık, s.43)? “…oyuncak trenimi kırdın; hâlbuki ben onunla Hicaz’a gidecektim (Kırık Tren).” Tombaş, olabildiğince seçtiği düz bir çizgide ilerliyor ve anlatım imkânlarının sınırlarını pek zorlamıyor. Bu, ilk on hikâyeden sonra bilhassa böyle. Belki de anlatımın başına bir kaza gelmesinden çekiniyor olabilir. Anlatımın ayağı altında üslûbunu örseleyebilecek hiçbir ayrığın dolaşmasına izin vermiyor gibi bir titizlik içinde görüyoruz Tombaş’ı. Bu titizliğin yanında ilk on hikâyenin anlatımında sağlanan anlatım, kurgu ve imge yoğunluğunun onu izleyen yedi hikâyede izleksel bir düzleme yöneldiğini ve anlatım imkânlarının sınırlandığını görüyoruz. Belki de bu hikâyelerde yazarın bilinçli olarak seçtiği bir yoldur, bunu bilemeyiz.

Hikâyeleri okurken tarih bilginizin de yoklandığını veya bu bilince göndermede bulunulduğunu düşünebiliriz. Efendi Bey Olursa hikâyesi, Halet Efendinin, vaktiyle etmediğini bırakmadığı Moralı Osman Efendinin (ki Halet Efendinin sürdüğü Yemen dönüşü) bir gün kendisini ziyarete gelecek kadar alçakgönüllülüğü karşısında Keçecizade İzzet Molla’ya (bir sorusuna cevaben) yaptığı itiraf üzerine bina edilmiş. Kaç okuyucu bunun farkına varır bunu bilemem ama Halet Efendinin itirafı şöyledir: “Adamın her şeyini aldım ama efendiliğini alamadım.”

Hikâyelerde, (metnin dokusunda kalabalık duran bir yük olmamak kaydıyla) ayrıntı önemlidir. Ayrıntının hikâyenin dokusuyla uyum içinde olması hassasiyet gerektir. Bu konuda da oldukça başarılı Tombaş. Hele bir ayrıntı var ki çocukluğumda benim yaşadığım bir hatırayla karşılaşınca doğrusu heyecanlandım: Vilâyette okuyorduk ve bazen hafta sonları köye gelirdik. Dönüş yolu çetindi; taşlı, çamurlu patika yola sapınca, ayakkabılarımızın eskimemesi için sırtımızdaki torbadan kara lâstikleri çıkarırdık. Portakal Rengi Ayakkabı hikâyesinde bu ayrıntıyla karşılaşınca okul çağıma gittim. Yeri gelmişken; Tombaş, çocukluk çağının gözlemlerini kullanmakta da oldukça mahir. Kitaba adını veren hikâyede ve Kırık Tren, Ölüler Hatıralarını Konuşmazlar adlı öykülerde bunları görmek mümkün. Bunun yanında kimi hikâyelerde anlatılan konunun dilinin yakalandığını söylememiz zor: Röportaj formatında anlatılan Yeni Nesil Köprüsü ve Gelin Kayaları hikâyelerinde bu, böyle. Tombaş, kurgu ustası. Ele aldığı konuları ustaca kurgulayan yazarın anlattıklarına müdahale etmeme çabası sezilmekle birlikte, hikâye sanatını genel anlamda tehdit eden, anlatıcının başının belâsı iletiler Tombaş’ın hikâyelerinden bazılarında da (Ulu Çınar, Yeni Nesil Köprüsü, Efendi Bey Olursa gibi öykülerde) ortaya çıkarak anlatıcıyı kendi mecrasına çekmeye çalışıyor.

Tombaş’ın dilini genel anlamda başarılı buluyorum. Buna birkaç örnek de verelim: “Bir litrelik pet şişedeki suyu dikiyorum kafama yine. Bir şarkı gibi şırıl şırıl akıyor içime (Bir şey Olmaz, s.27)”. “Nihayet köy, ileride gaz lâmbasının içinde yanan fitil gibi gözüktü (Gazyağı Şişesi, s.41)”.  “Oysa ayaklarım o kadar acıyor ki üzerine bastığım pek çok sorun parçalamış olabilir ayakkabılarımı; hatta topuğumun biri düşmüş, farkındayım bir dengesizliğin olduğunu yürürken (MRY, s.47).” “Parçalara bölünüyorum, bütün sokak ve caddelere dağılıyorum. Sonra bir deniz kenarında boğulmuş parçalardan tekrar birleşiyorum (MRY, s.49)”. “Kafile evin önüne gelince davulun sesinden tahtalar zıpladı, kurtlar döküldü… Kurşun sesleri Ordu’nun derelerini dolaştı (GK.108).”

Her kitabın başına gelebilecek türden yazım hataları için 35, 48,(‘çer çöp’ olmalı) 53, 64 (‘bugün’, bitişik olmalı) , 65 ve 75. sayfalara bakılmalıdır. Sonuç itibariyle Tombaş, bu ilk kitabıyla iyi bir çıkış yapmıştır diyebiliriz.

___________________________________

(*) Bu Bahar Sonbahar, Çağrı Yayınları, İstanbul,

Bu yazı Sanatalemi.net’ten Recep Seyhan’ın köşe yazısından alıntıdır…